Translate

8 Mayıs 2016 Pazar

SİZE BİR SIR VERECEĞİM... kitapları;UMRE GECESİ SIR RÜYA & HIZIR DOKUNSUN DUALARINA



Ezberin bozulmadan kaderin değişmez.Bildiklerini unut....

Ezberin bozulmadan kaderin değişmez.Bildiklerini unut.... 
SİZE BİR SIR VERECEĞİM... kitapları;UMRE GECESİ SIR RÜYA & HIZIR DOKUNSUN DUALARINA ‪#‎Suyunsırrı‬ ‪#CanlıSU‬ ‪#‎Suyucanlıtutma‬ ‪#‎BesmeleninSırrı‬‪#‎Duaederkenhitapsanatı‬ ‪#‎Esmalarıngerçeksırrı‬ ‪#‎Gönüldennasılduaedilir‬‪#‎Suyunsözleretepkisi‬ ‪#‎YaratılıştakiSuSırrı‬ ‪#‎Kabulolanduanınsırrı‬ ‪#‎Duanınsistemi‬ ve‪#‎SuyuEtkileyenDuaSözleri‬

Morfinman bir nesil yetişiyor....

http://t24.com.tr/haber/prof-aydin-eger-sut-kampanyasi-surerse-morfinman-bir-nesil-yetistirecegiz,203301


Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Ahmet Aydın, "UHT sütleri 135 derecede kaynatılmış, içinde tek bir faydalı bakteri kalmamış, dayanıklı beyaz eşya gibi bir süt! Bu sütleri 135 dereceye çıkartıyorlar. Bunun için de yüksek basınç kullanmaları gerekiyor. Yüksek basınç kullandığınız zaman o süt proteinleri de çok ciddi tahribata maruz kalıyor. Geriye biraz protein parçacıkları kalıyor ama onların da yapısı değişiyor. O nedenle en alerjik gıda süttür" dedi. Prof. Aydın, sütlerin morfin etkisi yarattığını belirterek, "Bu süte alışan çocuk bir daha kurtulamıyor, başka bir şey içmek, hatta yemek istemiyor" diye konuştu. UHT sütlerin zararlarından da bahseden Prof. Aydın, "Bunun bedeli ağır, zira çocuk ağrı hissetmiyor, ağlamıyor ama astım, tiroid, MS gibi hastalıklara çok daha kolay yakalanıyor. Dikkat bozukluğu ve hiperaktivitenin müsebbibi de büyük oranda bu sütler! Eğer kutu süt kampanyası sürerse, morfinman bir nesil yetiştireceğiz!” dedi.
Mine Şenocaklı'nın Vatan gazetesinde "Kutu süt çocuklarda morfin etkisi yapıyor" başlığıyla yayımlanan (7 Mayıs 2012) Prof. Ahmet Aydın söyleşisi şöyle:

Kutu süt çocuklarda morfin etkisi yapıyor

“135 derecede kaynatılmış, içinde tek bir faydalı bakteri kalmamış, dayanıklı beyaz eşya gibi bir süt!” UHT sütü böyle tarif ediyor Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Ahmet Aydın... Bu süte alışan çocuk bir daha kurtulamıyor, başka bir şey içmek, hatta yemek istemiyor. “Morfin gibi” diyor Aydın, sadece bağımlılık açısından değil, ağrı kesici etkisi sebebiyle de... “Bu çocuklar yere düştü mü, ‘uf oldu’ deyip kalkıyor ayağa, oyuna devam ediyor. Normal bir çocuk ise feryat figan ağlıyor. Ama bunun bedeli ağır, zira çocuk ağrı hissetmiyor, ağlamıyor ama astım, tiroid, MS gibi hastalıklara çok daha kolay yakalanıyor. Dikkat bozukluğu ve hiperaktivitenin müsebbibi de büyük oranda bu sütler! Eğer kutu süt kampanyası sürerse, morfinman bir nesil yetiştireceğiz!”
O kullarda bedava süt dağıtılacağı gündeme geldiğinde aklıma ilk düşen altı ay önce yaptığım bir söyleşi olmuştu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Ahmet Aydın’la kolesterol ilaçlarıyla ilgili konuşurken, söz dönüp dolaşıp süte gelmişti. “Çocuklarınıza süt içirmeyin! Ben anne sütü dışında çocuklara süt içirilmesini doğru bulmuyorum. En doğrusu ek gıdalara başlar başlamaz, kendi yaptığınız yoğurdu, kefiri verin, ama sütü süt olarak içirmeyin. Sadece kutu sütleri değil, günlük sütleri de... Çünkü süt en alerjik gıdadır, çocukta başta astım olmak üzere, pek çok alerjik ve kronik hastalığa sebep olabilir!” demiş, doğru bildiklerimi bir anda altüst etmişti.
Kutu süte karşı olduğunu biliyordum, ama günlük süt için böyle bir açıklama fazlasıyla şaşırtıcıydı. Nitekim bu sözleri günlerce tartışıldı hem gazetelerde hem de televizyonlarda...
Ve geçtiğimiz hafta herkesin merakla beklediği okul sütü projesi hayata geçti. 7 milyon 200 bin adet 200 mililitrelik süt dağıtıldı, çocuklar lıkır lıkır içti. Ve olan oldu! İlk günden bin 193 çocuk hastanelik oldu. Diyarbakır’da başlayan vakalar, Sivas, Edirne, İstanbul, Adana, Konya, Trabzon, Samsun ve Antalya’ya uzandı. Herkes önce bayat sütten şüphelendi, ama Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, bu haberler üzerine, “Sütler bayat değil, kampanya devam edecek” diye açıklama yaptı.
İzmir’de neden 7 yıldır sorun olmuyor?
Kampanya devam etti, çocuklar ikinci gün de içti sütlerini... Sonuç yine değişmedi! Bu kez, laktoz, yani süt şekerine karşı Türk milletinde genetik bir tahammülsüzlük (entolerans) olduğu ileri sürüldü. “Laktoz entoleransı düşük bir ırk olduğumuzdan bu vakaların olması doğal” dendi. Oysa Türk ırkının yüzde 50-70’inde rastlanan bir durumdu bu, ama sadece belli bölgelerde, belli okullarda karşılaşılmıştı bu vakalarla. Sorun laktoz entoleransından kaynaklanıyor olsa, tüm yurtta görülmesi gerekirdi. Dolayısıyla bu yaklaşım da vakaları açıklamaya yetmedi. Bu kez zehirlenme olasılığı geldi gündeme... Henüz araştırılıyor, sütler analiz ediliyor, sonucu hep birlikte göreceğiz...
İyi de İzmir’de büyükşehir belediyesi 7 yıldır çocuklara günlük süt dağıtıyor ve bildiğimiz kadarıyla böylesi tek bir vakaya rastlanmadı. İşin ilginci bu günlük sütü, devletin dağıttığı UHT sütten daha ucuza alabiliyor belediye. UHT sütün 200 mililitresi 53 kuruşa geliyor, günlük süt ise 35 kuruş... Kafam iyice karıştı... Olanı biteni kiminle konuşacağımı biliyordum aslında, ama Prof. Ahmet Aydın ‘süt karşıtı’ diye bilindiği için, bir başka uzmana gideyim dedim. Çok güvendiğim birkaç profesöre danıştım, hepsi yine tek bir isim söyledi; “Prof. Ahmet Aydın!”
Ömrü artıyor ama süt de süt olmaktan çıkıyor...
Aydın, “Ben demiştim” demedi, doğrudan dağıtılan sütün mahiyetine işaret etti; “UHT süt dediğiniz öyle bir süt ki, ekşimiyor, aylarca saklanabiliyor. Bu yüzden de kolay kolay zehirlemez, zira bozulmaz. Çünkü 135 derece sıcaklıkta, basınç altında kaynatıldığından içinde ne faydalı ne faydasız tek bir mikrop kalmıyor. Amaç sütün ekşimesini engellemek ve raf ömrünü artırmak. Ömrü artıyor ama süt de süt olmaktan çıkıyor. UHT süt üreticileri, ‘Biz bu işlemi zararlı mikropları öldürmek için yapıyoruz’ diyorlar. Sanki ateşin aklı var; faydalı ve zararlıyı ayıracak! Aslında onlar sütleri dayanıklı beyaz eşya haline getiriyorlar!”
UHT sütlerin sağlığa faydası yok, ama iş bununla kalsa iyi! Aydın şöyle diyor; “UHT süt, vücuttaki faydalı mikropları, yani probiyotikleri yok ediyor. Bunun karşılığı ise hastalıktır. Faydalı mikroplar bağırsaklarımızda bir tabaka oluşturur ve her türlü zehirli maddenin kana geçişini engeller. Bu düzeni bozarsanız, bağırsaklarınız elek gibi açılır, geçmemesi gereken tüm maddeler de kana geçer.”
Yani UHT sütle beslenen bir çocukta zararlı mikroplara direnç düşüyor. Bunun yanı sıra yeterince sindirilmeden kana karışan maddeler vücudun dengesini bozuyor. Bu maddeleri düşman sanan vücut, saldırıya geçiyor. Denge iyice altüst oluyor. Sonuç, astım, tiroid, Tip 1 diyabet ve MS... Her biri birbirinden ciddi hastalıklar!
Bitmedi, daha şaşırtıcı ve ürkütücü bir bilgi daha size... UHT süt, bağımılılık yapabiliyor! Etkisi biraz daha düşük çaplı olsa da aynen morfin etkisi! “Çocuk bir bardakla başlıyor ama öyle alışıyor ki süte, başka bir şey tüketmek istemiyor. Bu çocuklar yere düşse de, canları acımaz, ‘uf’ der kalkar. Oysa normal yaşıtları ortalığı birbirine katar! Çünkü ağrı hissetmezler. Zira UHT süt sebebiyle proteinler sindirilmeden kana geçiyor, bu da çocuklarda morfin etkisine sebep oluyor! Kronik bir morfin zehirlenmesi gibi düşünebilirsiniz. Bu olay çocukların davranışlarını da çok etkiliyor, algılama ve konuşma bozukluklarına neden olabiliyor” diyor Aydın...
Bu vakalar enfeksiyon!
Paketleme sisteminde bu sütlere mikrop bulaşmış olabilir. Çünkü 7 milyon kutu süt yapıyorsunuz, çok hızlı bir şekilde yapıyorsunuz ve bir de bu işi ihaleye çıkarıp, en ucuz fiyat verene veriyorsunuz. Bu yüzden bu olay enfeksiyon olarak kokuyor. Yoksa 200 ml sütle bu kadar çocuk hastaneye düşmez. Sadece biraz gaz sancısı olur, olsa olsa çocuk biraz yellenir, biraz ‘karnım ağrıdı’ der. Olay geçer!
Hocam, geçen söyleşimizde “Çocuğunuza süt içirmeyin” demiştiniz, ortalık karışmıştı. Peki okul sütü projesine ne diyorsunuz?
Bu proje, 7 milyon çocuğun üzerinde yapılan bir deney gibi oldu. İlk olay olduğunda bir yığın televizyoncu, “Ne diyorsunuz?” diye sordu. Dedim ki, önce bir olayı anlamak, sonra konuşmak lazım. Ama daha sütler analiz edilmeden ve çocuklar muayene edilmeden bir yığın ulema çıkıp bunun “laktoz entoleransı” olduğunu söyledi. Bunlar arasında bir yığın hekim olmayan öğretim üyeleri de var. Kimi de, “Laktoz entoleransı sadece erişkin yaşta olur” dedi. Halbuki adı ‘erişkin tipi laktaz yetersizliğidir’, ama laktoz entoleransı bizim gibi toplumlarda iki yaşından sonra ortaya çıkmaya başlar.
Niye iki yaşından sonra ortaya çıkar?
Çünkü insanoğlu, 10 bin yıl öncesine kadar annesinin sütünün dışında süt içmemiştir. Süt onun için yenidir. 10 bin yıl önce de her toplulukta değil, ilk evvela tarım devrimiyle Anadolu’da başlamıştır süt tüketimi. Daha sonra yaygınlaşmıştır. Orta Asya’da müthiş bir süt tüketimi vardır. Ama sütü, süt olarak içmezler, ekşiterek kullanırlar. Kafkasya’ya gidin, hep kefir ve yoğurt olarak tüketirler sütü. Kimse öyle sağıp da doğrudan içmez. Kendi çocukluğunuzu düşünün, anneniz size süt mü içiriyordu?
Hayır ama her gün evimize yoğurtçudan yoğurt alınırdı. Ya da annem süt alır kendi mayalardı...
Eskiler hep böyle yapardı. Mesela diyorlar ki, Türkiye kişi başına en az süt içilen ülkelerden biri. Doğru, ama dünyada en çok yoğurt tüketen ülke de Türkiye. Niye acaba? Şimdi Amerika ve Avrupa’daki süt tüketimiyle bizdeki kıyaslanmaya çalışılıyor. Oysa Amerika ve Avrupalılar’da bu erişkin tipi laktaz yetersizliği çok azdır. Bizdeki oran yüzde 50-70’ler civarındaysa, Orta Asya’da ya da Afrika’da yüzde 100’se, Avrupa ve Amerika’da yüzde 10-20 civarındadır.
Laktoz entoleransı tam olarak nedir?
Yeni doğan bebeklerde, süt şekerini, yani laktozu parçalayan laktaz enzimi en yüksek seviyededir. Çünkü anne sütünün içindeki temel şeker odur. Ama daha sonra azalır. Çünkü dediğim gibi atalarımız başka bir hayvanın sütünü kullanmazmış. Mesele bu! Yalnız sütün şöyle bir özelliği var; süt çiğ olarak alındığında laktoz entoleransı, yani laktoza hassas olma diye bir şey olmaz. Mesela Afrika’da, Arabistan’da birçok toplulukta deve sütünü hemen sağıp içerler. Onlarda bu yönden bir şey olmaz. Çünkü siz onu ısıl bir işleme tabi tutmadığınız sürece çiğ sütün içinde o laktazı parçalayacak laktoz enzimi tahrip olmaz. Yine çeşitli proteinleri sindirecek enzimler de vardır. Ama siz onu ısıl işleme tabi tuttuğunuz zaman yok ediyorsunuz.
Prof. Ahmet Rasim Küçükusta, “Kutu sütler ölü sütler” demişti...
Evde alıp kaynattığınızda da süt ölüyor. Çünkü ekşimeyi ve sütün kesilmesini engelliyorsunuz o sırada. UHT’de ise bunun daniskası yapılıyor. Çünkü normal şartlarda evde 135 derece sıcaklığa ulaşamazsınız. En fazla bir sıvıyı bir atmosfer basınçta 100 dereceye kadar kaynatabilirsiniz. Daha fazlası olmaz. UHT ile bu sütleri 135 dereceye çıkartıyorlar. Bunun için de yüksek basınç kullanmaları gerekiyor. Yüksek basınç kullandığınız zaman o süt proteinleri de çok ciddi tahribata maruz kalıyor. Bütün enzimler de ölüyor, ama böylece sütün ekşimesi engellenmiş oluyor.
Geriye ne kalıyor?
Geriye biraz protein parçacıkları kalıyor ama onların da yapısı değişiyor. O nedenle en alerjik gıda süttür. Açık ara! Son yıllarda ise muazzam bir artış göstermiştir. Diyelim ki Türkiye’de 20 yıl önce bir alerji varsa, şimdi bu 10 olmuştur.
10 katı artmasının sebebi ne?
Bu UHT dediğimiz kutu sütlerin ve pastörize sütlerin daha fazla kullanılması! Ama siz sütü mayaladığınız zaman o tahrip edilen enzimlerin önemli miktarı geri geliyor, bu arada sütün içindeki laktoz miktarı da düşüyor. Çünkü mayalanmayla o faydalı mikroplar geri geliyor ve sütün içindeki süt şekerini parçalayan laktaz denilen enzimi üretiyorlar. Öyle olduğu için, çıkıp da erişkin bir insan olarak siz “Yarım kilo süt içeyim” derseniz genelde karın ağrısı yapar, ama bir oturuşta 1 bir kilo bile yoğurt yiyebilirsiniz, bir şey olmaz. Laktoz entoleransı işte odur.

Aynı tip sütü verdiğiniz sürece bu olaylar olacaktır

Peki sizce öğrenciler niye hastanelik oldu?
Bazı veliler, “Bizim çocuğumuz zaten süt içerdi ama şimdiye kadar hiçbir şey olmamıştı” diyor. Bu yüzden bizim bu vakaların çok yüksek oranda enfeksiyon olduğunu kabul etmemiz lazım.
O zaman problem çocuklarda değil, sütte?
Tabii!
İyi ama UHT sütlerde mikrop olmuyor dediniz. Öyleyse miadı dolmuş olabilir mi bu sütlerin?
Bu sütlerde miadı dolmuş diye bir şey de yok. Dr. Yavuz Dizdar’ın dediği gibi, bu sütler dayanıklı beyaz eşya gibi! İçlerindeki faydalı mikroplar, prebiyotikler ölüyor. Bu prebiyotiklerin birinci görevi sindirimi sağlamak, ikincisi ise bağırsaklarımıza gelen zararlı maddeleri elimine edip, aşağıdan atılmasını sağlamak. Böylece bağışıklığınızı güçlendiriyorlar. Bu probiyotikler olmadığında bütün bunlardan mahrum kalıyorsunuz. Artı bir de o süt proteinlerinin tahrip olması, parçalanması nedeniyle, bağırsak da her maddeyi geçirmezken, geçirir hale geliyor ve süt proteinleri kana geçiyor. Kana geçtiği zaman vücut bunları düşman geldi diye tahrip etmeye çalışıyor. Tahrip ederken en basiti alerjiler oluyor. Döküntüler, kurdeşenler gibi... Ama o işin sadece küçük bir boyutu. Daha büyük boyutu, otoimmün dediğimiz çok sayıda, triod, astım, Multiple Skleroz gibi hastalıklara yol açıyor. Çünkü vücut o proteinleri zararlı diye tahrip ederken kendisini de tahrip ediyor. Bir de, artık dikkat dağınıklığı ve otistik çocuk vakaları çok geliyor. Binlerce çocuk baktığım için biliyorum, bunlarda da çok ciddi süt bağımlılığı var.
Nasıl?
Aslında birçok çocukta vardır süt bağımlılığı. Sütten bir türlü ayrılmak istemez çocuklar. Bu çocuklara baktığımız zaman ağrı hislerinin de çok yoğun olmadığını görürüz. Yani düşer, bir yerini vurur, başka çocuklar bas bas bağırırken, bu çocuklar ‘uf’ der, kalkar gider. Niye? Çünkü, kazein dediğimiz süt proteini iyi parçalanmadan kana geçince morfin gibi etki yapıyor. Bu da çocuğun algılamasını çok değiştiriyor. İşte UHT sütlerin en hafifinden başlayarak yaptığı etkiler bunlar; dikkat dağınıklığı, hiperaktivite, daha da ilerisi otizm. Gıda alerji testi yaptırırsanız bunları çoğu zaman tespit ediyorsunuz. Sütü diyetten çıkarttığınızda da çocukta ağrı hissinin geri geldiğini, algılamanın ve konsantrasyonun daha iyi olduğunu, hiperaktivitenin de azaldığını görüyorsunuz.
Süt UHT olduğu zaman mı bunları yapıyor?
Tabii. Şunu da söyleyeyim, artık günlük süt kalmadı. Utanmadan günlük süt diyorlar. Bakıyorsunuz, 5 günlük miadı var.
Peki hocam bu vakalar laktoz entoleransı değil dediniz. Laktoz entoleransında ne tür belirtiler oluyor?
Laktoz entoleransında o süt şekerinin sindirimi son derece zor oluyor. Bunun için de etkileri çocukta ya da erişkinde aşırı gaz, karın ağrısı, yellenme, pis koku şeklinde çıkar. Nadiren, çok fazla alınıyorsa ishal de olunur ama insanlar artık daha fazlasını almazlar, o sütten rahatsız oldukları için... Onun için böyle bir tablonun birdenbire salgın olarak sadece belli bölgelerde, belli okullarda olması ve ishal olması bunun laktoz entoleransı olmadığını gösteriyor. Elbette o öğrenciler içinde bir grup, laktoz entoleransı sebebiyle de rahatsızlanmış olabilir ya da diğer çocuklara bakıp psikolojik olarak da etkilenmiş olan çocuklar da vardır ama bunları ön plana çıkartmak hiç de doğru değil. Bu vakaları ancak enfeksiyonla açıklayabilirsiniz.
Yani kutu sütler bozuk mu?
Evet bozuk ya da paketlenirken mikrop bulaşmış.
O kadar UHT işlemine rağmen?
Yanlış anlaşılmasın, UHT sütte mikrop olmaz. Ama paketleme sisteminde mikrop bulaşmış olabilir. Çünkü 7 milyon tane kutu süt yapıyorsunuz. Çok hızlı bir şekilde yapıyorsunuz ve bir de bu işi ihaleye çıkarıp, en ucuz fiyat verene veriyorsunuz... Bu yüzden de bu olay enfeksiyon olarak kokuyor. Yoksa 200 ml sütle bu kadar çocuk hastaneye düşmez. Sadece gaz sancısı olur... Olsa olsa çocuk biraz yellenir, biraz “karnım ağrıdı” der. Bu büyüklükte bir hastane olayı olmaz.
Bu da gösteriyor ki enfeksiyon kaptılar?
Çok muhtemelen enfeksiyon. Bir de besin zehirlenmesi bu şekilde ishal tarzında çıkar. Tabii mühim olan aynı tip sütü siz verdiğiniz zaman bu olaylar devam edecek demektir. Bunun tedbiri alınmalıdır.

Dücane Cündioğlu


Helal olsun


Sağlık

ŞUNLARI YAPTIKTAN SONRA HİÇBİR HASTALIĞINIZ KALMAZ.
► Düzenli olarak elma yiyin.
► Yediğiniz zeytinlerin çekirdeklerini korkmadan yutun.
► Çörek otu yağı için ve saçınıza, cildinize, yüzünüze sürün.
Çörek otunun ölümden başka her derdin devası olduğuna dair hadisler vardır ve günümüzde batı dünyası da yaptığı bilimsel tetkikler ile bu hadisleri doğrulamış ve çörek otunu mucizevi faydaları olan bir bitki kabul etmiştir.
Kalp, tansiyon ve şekerden tutun da saç zayıflamasına, dökülmesine ve kırlaşmasına kadar hemen her şeye, yüzlerce farklı rahatsızlığa muazzam bir tesiri/şifası vardır.
► Çörek otunu kokusundan ve tadından dolayı içemezseniz (ki insanların çoğu içemiyor) çörek otu yağının kapsül haline getirildiği ürünler mevcut, onlardan alın ve kolayca sabah akşam yemeklerden önce ikişer adet yutun.
Çörek otu yağı kapsülleri alırken, kullanılan çörek otunun tamamen doğal olduğuna, ısıtmadan soğuk sıkım yapılarak yağının alındığına, yağa başka katkı maddeleri katılmadığına ve kapsül haline getirilirken kullanılan jelatinin domuzdan değil sığırdan üretildiğine dikkat edin.
► İncir mucizesini de kaçırmayın!
Kuş başı kıyılarak hakiki zeytin yağında birkaç gün bekletilmiş kuru incir yiyin.
Her gün düzenli olarak, zeytin yağında 3-5 gün bekletilmiş kuru inciri, arada zeytin yağı da yutacak şekilde kaşıkla, sabah akşam aç karnına, yemeklerden önce düzenli olarak yiyin.
Zeytin yağı yutmaktan ve içmekten çekinmeyin.
Zeytin yağı, meyve suları gibi içilse bile şifadan başka bir şeye sebep olmaz.
Hiçbir zararı olmaz.
► Sabahları kahvaltıdan önce besmele ile 21 kuru üzüm yiyin.
Kuru üzüm ile zihniniz açılır, hafızanız uçuşa geçer.
Dikkatinizi toplamanız kolaylaşır.
Çekirdekli ve kara olanlarından değil, çekirdeksiz ve açık renkli olan kuru üzüm yiyin.
► Türk kahvesi ile aranız yoksa arayı bulun.
Türk kahvesi de muazzam bir şifadır ve zihin açıcıdır.
Sabahları kahvaltıdan bir saat kadar sonra Türk kahvesi için...
Türk kahvesi, abur cubur ve sürekli tatlı yeme isteğinizi de bastıracaktır.
Sallama çayları, plastik bardak ve şişeleri, damacana suları terk edin.
İş görür bir su arıtıcı kullanın.
Bekleyen ve paketlenip taşınan sulardan uzak durun.
Özellikle plastik kaplarda, pet şişelerde taşınan ve güneş görmüş suları içmeyin.
Bunların kanser yaptığı yapılan tetkiklerde kesinleştirildi.
Normal çay demlemeden önce çayı bir süzgeç yardımı ile bolca soğuk su ile yıkayın.
Sadece şunlara dikkat ederek bile kanser olma riskini yüksek oranda azaltacaksınız.
► Ayçiçek yağlarını ve margarini terk edin.
Gerekirse başka yerlerden kısın ve paranızı zeytin yağına verin.
Damak tadınıza farklı gelirse direnin, bir süre zorlanacaksınız ve birkaç ay sonra alışacak ve hiçbir zorluk çekmeyeceksiniz.
► Kaçınmadan, çekinmeden, imkanınız nispetinde bol bol tereyağı, yumurta, süt ve sağlıklı kırmızı ve beyaz et tüketin.
Piliç ve yumurta sektöründe de insanlık dışı oyunlar dönüyor.
Güvenilir, tamamen doğal ve ahlaki şartlarda üretilmiş ve oynanmamış yumurta satan satıcılar bulup onlardan alış veriş edin.
Bu bozuk düzenin değişmesi için, her nerede dürüst üretici ve satıcı bulursanız destekleyin.
Marketlerde artık ekonomik fiyatlara günlük sütler bulunabiliyor.
Süt gibi görünen uzun raf ömrü olan, içine türlü kimyasallar karıştırılan karışımları almayın, içmeyin, kullanmayın.
Meyve suyu oldukları iddiası ile satılan boyalı sulardan uzak durun.
► Tam da burada bir uyarı yapmam gerekiyor.
Bu yayını beğenip profilinize ya da sayfanıza paylaştığınızda, arkadaş listenize ya da takipçilerinize gerçekten gösterildiğinden, Facebook tarafından gizlice sansürlenmediğinden emin olun.
Facebook yaklaşık yedi senedir Akademi Dergisi yayınlarını yazılarını sansürlüyor.
Bu sansürü defalarca ispat edildi.
Böyle bir hali fark ederseniz, bu yayını özel mesajlar ya da mail yolu ile yakınlarınıza, sevdiklerinize ulaştırabilirsiniz.
Bu yazıyı, ticari bir maksat olmadıktan sonra her ortamda kopyalayarak paylaşabilir, çoğaltabilirsiniz.
► Helal sertifikası hilelerine aldanmayın
► Zeytin yağını da çörek otu yağı gibi için, sürün, bol bol kullanın.
Zeytin yağı hakkında da hadisler var ve artık bunları modern tıp bile ispat etti. Avrupalılar bile bunlara kıymet verip tüketmeye çalışıyorlar.
► ‪#‎İlaçSektörü‬'nün soygunundan kurtulun.
Bir yeri düzeltmeye kalkıp başaramazken, onlarca yeri de bozan ilaç görünümlü zehirlerden kurtulun.
Bir ilaç bir insana yıllarca reçete edilir mi?
Sağlıklı gıda tüketemediğiniz içil ilaçlara mahkum oluyorsunuz ve o ilaçlar size, eksik tükettiğiniz için sağlığınızın bozulmasına sebep olan vitaminleri, proteinleri, mineralleri, lifi vermediği sürece aslında ilaç değildir.
Ve bu sistem bir sömürü çarkıdır.
Sizin eksiğiniz, gıdalardan yeterli değerleri alamamanız.
Hayatınızda besleyici meyve, sebze ve dolayısı ile lif yok, yeterli vitamin, protein ve mineraller yok.
Bunları almaya çalıştığınız sebze ve meyvelerde can yok.
Adeta çöp yiyorsunuz.
İhtiyacınız olduğu halde eksik kalan bu şeylerin vücudunuza girmesini sağlarsanız, vücudunuz zaten hastalıklarla savaşacak şekilde yaratılmış ve siz ne olduğunu bile anlamadan vücudunuz gereğini yapıp hastalıklarla savaşır ve yener.
İşte bu zamanda kuru incir tarifini, çörek otu yağını, zeytin yağını aklı başında her müslüman kullanır ve diğer tarif edilen hususlara da dikkat eder.
Maddi imkanı olanlar bunların yanına hakiki bal da katar.
Çaylarınıza toz şeker yerine hakiki bal ve tarçın katmayı da deneyin.
Tarçın da kolayca/zorlanmadan tüketilebilen ve çok faydalı bir bitkidir.
Çok sıcak iken çaya bal katılmamalıdır.
Hakiki bal buz dolabına konmaz.
Kapalı bir kutuda, serin bir yerde binlerce sene geçse bile bozulmaz.
Piramitlerden binlerce sene sonra çıkarılan ballar hala yenilebilecek haldeydiler.
► Balı ve zeytin yağını buz dolabının dondurucu kısmına koyun.
Donuyorlar ise doğallardır. Kısmen donup kısmen donmuyorlarsa, donan kısmı doğal, donmayan kısmı başka bir malzemedir.
Hiç donmuyor ise o ürünün bal ya da zeytin yağı ile alakası bile yoktur.
Bu size şaşırtıcı gelmesin, çünkü piyasada hiç arı görmemiş sözde ballar tonlarca satıldı, satılıyor. Başka başka ucuz yağlar karıştırılarak ve biraz aroma biraz renklendirici de katılarak şeklen zeytin yağına benzetilen yağlar da halen tonlarca satılıyor.
► Şifa niyetine kullandığınız ürünlerden beklenen faydayı görmediyseniz, hakiki diye sahtesini, doğal diye katkı maddeli ve ilaçlı olanını, taze diye bayat olanını aldınız demektir. Ya da düzenli kullanmayıp ihmal ettiniz demektir. Şu tarif edilenlere riayet eden birisinin sağlıklı olmaması, hasta olması, sağlığı bozulmuş olsa da şifa bulamaması başka türlü mümkün değildir.
***
KANSER VE İNCİR
Bu paylaşımımız da ülke genelinde ses getirdi.
‪#‎SüleymanHilmiTunahan‬ (k.s.)
"Doktorlar, kanserin incir ile tedavi edileceğini öğrenecekler." buyurdu.
Hasan Arıkan hocamız buyurdular:
Ben üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan k.s. dan duydum buyurdular ki;
"DOKTORLAR KANSERİN İNCİR İLE TEDAVİ EDİLECEĞİNİ ÖĞRENECEKLER..."
Hasan Arıkan hocamız devamında buyurdular:
Kuru inciri yıkayıp suyunu sızdırın.
Kuşbaşı doğrayıp alabildiği kadar kavanoza (hakiki) zeytin yağı ile beraber doldurup ağzını kapatın.
3-5 gün bekletip sonra sabah akşam (aç karına) yiyin. Buna devam edin.
Ben nice umutsuz vak'alar gördüm.
Cenab-u Hakk bu vesileyle şifa verdi.
Not:
Allahü Teala, Kur'an-ı Kerim'de Tin suresinde incirin ve zeytinin üzerine yemin etmiştir. Muhakkak ki Allahü Tealanın, üzerine yemin ettiği şeylerde çok sırlar ve hikmetler vardır.
HİÇ BAKIR BARDAKTA SU İÇMENİN FAYDASINI DUYDUNUZMU .BELKİ İLK DEFA DUYANLAR OLACAKTIR KİMİNİZ İSE AAA HAYRET DİCEK.
Su içmek yararlı, bakır bardakta su içmek çok daha yararlı! İşte bakır bardakta su içmenin faydaları…
Hindistan’da yüzyıllardır kabul edilen ve Vedik kültürünü esas alan bir doğal şifa yöntemi vardır. Bu yönteme ayurveda ismi verilir. Ayurveda bir yaşam tarzıdır ve içinde bilincimizi yükselten, genel sağlık halimize olumlu özellikler kazandıran, yaşlanmayı geciktiren, aromaterapi barındıran bir sistemdir.
Ayurveda sistemine göre temel sıvı kaynağımız olan su, bakır bardakta içilirse, çok şifalı olduğuna inanılır. Eğer direkt olarak bakır kaptan su içmek istemiyorsanız, 8 saat bakır kabın içinde beklettiğiniz suyu, cam bardaklara dökere de içebilirsiniz. Ayrıca kullandığınız bakırın kalaylanmış ve steril olmasına dikkat edin.
İşte bakır bardakta su içmenin faydaları…
Bakır oligodinamik yapısıyla, bakterileri öldürebilme özelliğine sahiptir. Suyu arındırıp temizler ve sterilize hale getirir. Bakır kaplar, bazı ülkelerde suyu sterilize etmek amacıyla da kullanılır.
bakır bardakBeynimiz, verileri ileten sinir taşıyıcıları ile görevini yerine getirir. Bu iletkenler miyelin adı verilen ve beyindeki nöron akışını hızlandıran bir maddeyle kaplıdır. Bakır, bu akışları hızlandırmaya yardımcı olarak beynimizdeki veri alışverişini hızlandırır ve etkili düşünmemizi sağlar.
Vücuttaki bakır seviyesinin eksikliği tiroid bezlerinin düzenli çalışmasını engeller ancak bakır, tiroid bezinin fonksiyonlarını yerine getirmesi için ihtiyaç duyduğu önemli minerallere sahiptir. Bunu da bakır bardakta içtiğimiz suyla elde edebiliriz. Bakır bardaktan su içildiği zaman vücuttaki olası mineral eksikliği önemli ölçülerde giderilir ve salgı bezinin fonksiyonları düzenli bir hale gelir.
Aynı zamanda ayurvedik düşünce ve sağlık sistemine göre bakır kapların suya pozitif elektrik yükleme özelliği vardır ve bu pozitif elektrik vücudun sinirsel anlamda dengelenmesini sağlar ve hayata daha pozitif bakmamızı sağlar. Bakırın özelliğini alan su, içildiğinde kireçlenme ve romatizma gibi eklem ağrılarını hafifletme özelliği de bulunur.
Melanin vücudu koruyup ciltteki yaraların daha hızlı iyileşmesini sağlar, akne ve kızarıklıkların önüne geçer. Melanin üretimi açısından oldukça etkili olan bakır, bu maddenin oluşmasını sağlar. İçtiğiniz suya temas ettiği için, bakırın doğrudan bu özelliğinden de faydalanabilirsiniz.
kaynak: sağlıkla kal facebook sayfası
Fatoş Pabuccu Tuncay

Ömer Hayyam

Girme şu alçakların hizmetine: Konma sinek gibi pislik üstüne. İki günde bir somun ye, ne olur! Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.

İnsan

"Sen insanı ne sandın" dedi meczup ; " Dağların sırtında taşıyamadığı yükü o kalbinde taşıyor "

Tv'nin Zararları


40 Gün

(Kırk gün sabah namazı kılmayanın kulluk kadrosundan çıktığını bilir misin)...?
Sabah namazı kılmayanın şehadeti makbul değildir. (Fetvayı Hindi).
Her gün Resulü Ekrem, akşamlan sevgili mübarek kızı Fatıma'nın kapısı önüne, toprak bir kapla yani bir testi su kormuş...
Bu testide ne büyük bir kıymet, bir emir, bir nezaket, sessiz sözsüz bir şey gizlidir bilir misin?
Fatıma bu su ile sabah abdest alır sabah namazı kılardı. Günün birinde Resulü Ekrem sabah namazından çıkmış bir de ne görsün testi Fatıma'nın kapısı Önünde dolu duruyor.
Ya Fatıma, kızım!... Buyur Ya Resulallah Ya baba.
Kızım sen bugün sabah namazı kılmadın mı? Kıldım Ya Resulallah. Hasan biraz rahatsızdı yukarıda su vardı, onunla abdest aldım dedi.
Resulü Ekrem elhamdülillah dedi.
Ya Fatıma, aman gözümün nuru kızım sabah namazını kaçırma. O namaz o vakit için emrolunmuştur. O vaktin kıymeti için.
Kadınlarda sabah namazı erkeklerden daha ziyade mühim bir hususiyet taşır. Cuma günü sabah namazını vaktinde kılmayıp kaçıran erkek, o günkü sabah namazını Öğleye kadar bile olsun ona kaza olur.
Kadınlarda ise böyle değildir.
Ya Fatıma, babam Peygamberdir diye düşünme, yarın huzuru ilâhide ben bile seni kurtaramam.
Neden kurtaracak: Azaptan mı? Cehennemden mi?

Hayır. Neden o halde. Hakk’ın önünde utanmadan...
Resul'ün şefaati ruhadır cesede değil...
Utanma, insanın elinde olmayan manevi bir haslettir. Resulü Ekrem sevgili kızına testi ile içindeki suyoluyla sessiz sözsüz hitap diyordu... Hâlbuki Hz. Fatıma hiçbir namazı kazaya ömründe bırakmamıştır. O halde testi nedir :
Elenmiş toprak
Su ile yoğrulur
İnsan eliyle şekillendirilir
(Toprak su karışımı ile yaratılan insan eliyle)
Güneşte kurutulur sonra ateşte pişirilir. Testi olur. İçine kendi çamuruna karışan su konur. Testi mübarek bir alettir. Hor görme. Testiden su içmek kristal sürahi ve bardaktan su içmekten daha nâfidir. Bu lâflarımızı hor görme.
Kime yazık olur. Kendine...
Testi hikâyesi uzundur. Anlatmayacağım.
Testi Türklerin İslam olduktan sonra şeklini değiştirerek icat ettikleri ve yanlarından ayırmadıkları bir şeydir.
Peki, nedir bu şey dediğin...
(Testi), hor gördüğün testi...
Helaya kadar götürüldü. Testiyi helaya götürmek çok yüz kızartıcı bir iştir. Aman, sakın bu gibi işlerden...
Küpler vardı. Güveçler vardı Kâseler vardı Çömlekler vardı Saksılar vardı
Bunlarda büyük ince sessiz haykırışlar vardır. Hakikatler gizlidir.
Hepsi şimdi toprak altında... Şükür olsun ki aslına döndüler... Fakat şekillerini kaybetmeden... Toprak onu çevirmedi. Tekrar toprağa... Zira topraktan teiniz olarak ayrıldı, temiz gittiği için şekline dokunmadı.
Arkeologlar vardır. Topraklan kazar dururlar. Ararlar bunları. Tarihlerini tespit ederler parçalanmışlar varsa unlan yapıştırırlar. Resimlerini alırlar veya resimlerini çizerler. Müzeler kurarlar antika diye...
Antika ne demektir.
Geçmişteki insanların kullandıkları her türlü malzeme...
Onları geçmişte kullanan insanlar nedir, kimdir. Onunla kimse meşgul olmaz... Bunlara, yani aslında basit bir toprak kâse veya testi, güveç yahut küp paha biçilmez kıymet verirler... Neden...
Kimse bir şey söyleyemez, antikadır ondan... Ben söylersem çok acayip ve keder verici bir hale düşeriz. Söylemiyorum bundan ötürü...
Heykeller vardır. Taparlar... Putlar vardır secde ederler.
Topraktan yarattığı için Âdem’e secde etmeyen şeytanın sırrı nedir bunda gizlidir. Söylemediğim söylenemez.
Testi. Çini oldu. Porselen oldu. Fayans oldu. Bugün plâstik devrindeyiz...
Testide: Toprak. Su. Ateş. insan eli gizlidir. Bugün testi termos oldu. Güveç; düdüklü tencere oldu. Küp; Plastik bidon, kâse; çömlek, noramin oldu.
Acaba insan ne oldu.
Testiyi bu hâle getiren insan...
Bunları yapan ve bu hale getiren yine insandır. Lügat kitabında isim bulamadım. Üzgünüm.
I am sorry...
Hiç olmazsa evinde bir testi. Bir güveç. Küçük bir küp bulundur. Antika olarak. Yüksek bir yere koy... Kullanma. Zaten kullanamazsın. Seyredersin hiç olmazsa. O da seni sessiz sözsüz seyreder.
Su testisi suyolunda kırılır sözü vardır. Suyolunda kırıldı.
Artık testi de kalmadı bugün.
D.r Münir DERMAN