Translate
16 Ocak 2016 Cumartesi
Ülkü
Hiçbir ülkünün ardında olmayarak yalnız yiyip içmeyi düşünmek ve yalnız bir gün için yaşamak insanlara hiç bir şeref vermez. Bu kadarını hayvanlar da yapar. İnsanlık ülkü için ve yarın için yaşamak,Bu uğurda fedakarlık etmek ve ölmektir. İnsan şeref için ve muhteşem saydığı bir gaye için ölmesini bilen yaratıktır. Hüseyin Nihal Atsız.
Dua
Allah duâ eden herkese veriyor da;
duâ etmeyi herkese vermiyor …
|| Serdar Tuncer
duâ etmeyi herkese vermiyor …
|| Serdar Tuncer
Bakara suresi 45.ayet
Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.
15 Ocak 2016 Cuma
Cinayet
En kusursuz cinayet, yaşama sevincini öldürmektir.
— | Paulo Coelho |
14 Ocak 2016 Perşembe
Acı
Bedenimizin değil;
Acılarımızın uykuya ihtiyacı var….
Acılarımızın uykuya ihtiyacı var….
Tahammül
Hayatımda tahammül edemeyeceğim 2 insan türü; birincisi nankör insan diğeri ise yapmacık. Nankörler değerini bilmez yapmacıklar ise değerini biliyormuş gibi yapar velhasıl kelam ikisi de beş para etmez insan türü.
Sezai Karakoç
Kendi elimizle,
cehenneme çevirdik kendi içimizi.
cehenneme çevirdik kendi içimizi.
— | Sezai Karakoç |
Sevmek
Şu yaşadığımız zamanda kaç kişi kaldı duygularını hissettiği kişiye söylerken çekinen? Kaç kişi kaldı hissetmediği duyguları görünüşünü beğendiği birine söylemeyen? Hangimiz abartmıyoruz duygularımızı anlatırken? İnsanlar için o kadar kolay hale gelmiş ki sevmek, özlemek. Bir anlığına istedikleri şeyler için bu fiilleri kullanır olmuşlar. Ve birileri de bunlara inanır olmuş. Sonra kalpler kırılmış. Çiçekler çöp kutularını bile bekleyemeden yere atılmış. Birileri, birilerinin kırılmış kalbinden yararlanmış ve bu zamana gelmişiz. Ne acı! Sevmek ne güzel şey, sevdiğini söylemek ne güzel. Ve en önemlisi olarak sevdiğini hissettirmek ne güzel. Sizce de artık ayağa kalkıp sevginiz için çabalama vakti gelmedi mi? Bunu hissettirmedikten sonra her saniye söylemek alıştırmaktan başka neye yarar? Ve bu, sizin onun sadece alışkanlığı olmanızı sağlar. Gerçek bir sevgi, sizden bazı şeyleri feda etmenizi ister. En önce zamanınızı. Ve siz harekete geçmedikçe, ne sevginize inanan birileri kalır ne de sevginiz.
İmrenmek
İnsanın ömrü, başka insanların evlerine imrenmekle geçiyor.. Ve bu, taşlara kur yapmaktan başka bir şey değil..
— | İbrahim Tenekeci, Uçuş Denemeleri |
Yokluk
Her şeyin yokluğunu çekmeli insan; yokluk varlıktan daha görkemli ve daha anlamlıdır.
-Cemil Meriç
Acziyet
Diplomalarımız, yüksek lisanslarımız, doktoralarımız, uzmanlıklarımız, kartvizitlerimiz , sıfatlarımız; sanki bize en önemli hakikati; ‘acziyetimizi’unutturmak için tasarlanmış.
- Ömer Faruk Dönmez/ Ölü bir yazarın anlattıkları
Göz İzi
Çevremizdeki insanlar ne kadar da hâllerinden memnun görünüyorlar. Bir şey bildikleri, okuyup öğrendikleri yok, ama kendi hâllerince ne kadar da mutlular! Oysa biz, güya deliler gibi okuyoruz, sabahtan akşama tartışıp duruyoruz, bu arada birçok şey öğrendiğimizi de sanıyoruz ama buna karşın hâlimizden pek memnun olduğumuz söylenemez. Her şeyden evvel yalnızız, bu dünyada neler olup bittiğini anlamak için onca ızdırab da cabası. Hiçbir şey bilmesek daha iyiymiş aslında. Baksana, her şeyden habersiz bir hâlde öylesine aptalca yaşamak, akıllı olmaya çalışmaktan daha keyifli görünüyor. Sanırım yanlış yoldayız.
Dücane Cündioğlu - Göz İzi
Dücane Cündioğlu - Göz İzi
Hayırlı Cumalar
Hatırlat
Allah'ım,
Eğer bir gün ümidimi kaybedersem,
Senin bana yazdığın kaderin, hayallerimden daha iyi olduğunu hatırlat…
Eğer bir gün ümidimi kaybedersem,
Senin bana yazdığın kaderin, hayallerimden daha iyi olduğunu hatırlat…
11 Ocak 2016 Pazartesi
Hayat
Hayat eleği üzerinde savruluyorsun. Önünü görmeden belirsiz bir yöne doğru hızla ilerliyorsun. Manadan nasipsiz bir program ile sürdürüyorsun hayatını.
Etrafını kuşatan çer çöp sarmalı içinde yol alıyorsun durmadan. Kabarık iştahlarla tûl-i emel içindesin. Yüzünü okşayan rüzgar, ruhunu dindirmiyor. Göğe açılan avuçların kalbine itminan sağlamıyor. Vaizin sesi kubbede yankılanıyor, ancak kulaklarına çarpmıyor bir türlü. Çok konuşuyor, az dinliyorsun. Sözle usandırıyorsun karşındakini. Hayat üzerinde düşünmek yerine, onun tutsağı haline gelmişsin. Varlık aynasında çirkin bir surata sahipsin. Kirlenmiş bir kalp, boş bir heves ve hazla örülü bir dünyanın içindesin. Ruhunu yıkayıp arınacağın günü sürekli erteliyorsun. Gözyaşı pınarın kurumuş, ağlamayı unutmuşsun. Elemin beklentilerin, sevincin ise elde ettiklerinle sınırlı. Çevrene bakmıyorsun. Gözlerin bir adım ilerisini görmüyor. Kendini beğenmiş bir edayla koltukların altında karpuz taşıyorsun.
Sureta haktan görünüp, şeytanla dostluk içindesin. Camide ön safta, anlamadığın Mushaf’ı öpüyorsun. Alkışlar basiretini bağlamış, ne söyleyeceğini bilmiyorsun. Elde edemediğin hiçbir güzelliğin manası yoktur! Elde ettiğin güzelliklerin ise kimseye faydası yoktur. Bir adımın çukurda, asfaltta yürüdüğünü zannediyorsun. Gaflet içerisinde geçirdiğin günlerin sorumluluğunu başkalarına yüklüyorsun. Gözlerine perde çeken haset ile nokta kadar küçüldüğün halde, bir dağ kadar büyüdüğüne inanıyorsun. Adım adım yok oluşun kıyısına yaklaşıyorsun. Seni bekleyen akıbetin vahametinden bihaber yaşıyorsun.
Önünde büyük temennalarla riyakârlık gösterenlerin kulluklarına coşkulu aferinler dağıtırsın. Kulağına hakikati söyleyene ise kıymet vermezsin. Yüzlerine Musa maskesi takmış Firavunların desiselerinden habersiz yaşıyorsun. Akıllılık ile kurnazlığı birbirine karıştırıyorsun. Bir çıkar elde edeceğin zaman kurnazlığı masum akıl diye sunuyorsun. Dudaklarına yansıyan hazcı tebessüm gözlerinin baktığı yeri işaret ediyor. Dokununca iz bırakan maharetli ellerin, sihirli parmaklarınla süs bitkileri yetiştiriyorsun.
Bunca gaflet içerisinde yüzdüğün yeter artık! Kendine gel!
Elde ettiklerin hiç birisi sana ait değil. Gözle görünmeyen bir mikroptan dahi kendini koruyamıyorsun. Büyük bir acziyet içindesin.
Elde ettiklerin hiç birisi sana ait değil. Gözle görünmeyen bir mikroptan dahi kendini koruyamıyorsun. Büyük bir acziyet içindesin.
Sana seni hatırlatanı dost bil!
Sana hakikati söyleyeni dinle!
İnsanlara tepeden bakma, neden mayalandığını düşün!
Dilinle gözyaşı döktürme!
Elinle kan akıtma!
Ya hayır söyle, ya da sus!
güzel konuş, kalbimize sükûnet dolsun!
Gel artık, gel!..
Sözün derman olsun!sözümüz yüreğimize ve yüreklere derman olması dileğiyle (alıntı)
Sana hakikati söyleyeni dinle!
İnsanlara tepeden bakma, neden mayalandığını düşün!
Dilinle gözyaşı döktürme!
Elinle kan akıtma!
Ya hayır söyle, ya da sus!
güzel konuş, kalbimize sükûnet dolsun!
Gel artık, gel!..
Sözün derman olsun!sözümüz yüreğimize ve yüreklere derman olması dileğiyle (alıntı)
zaman
Zaman, İnsan'dır...
İnsan iyi ise, zaman da iyidir; insan kötü ise, zaman da kötüdür...
İnsan iyi ise, zaman da iyidir; insan kötü ise, zaman da kötüdür...
-Âşık Paşa
Daha hayırlı
Aç kalmak, alçalmaktan hayırlıdır.“ Hazreti Ali Radiyallahu Anh
Susmak
Ne güzel şeydir susmak..
Muhatabı;
arifse edep!
aşıksa ifade!
ahmaksa cevap!
Muhatabı;
arifse edep!
aşıksa ifade!
ahmaksa cevap!
— | Serdar Tuncer |
....
“Yaşadığın mekânın orta yerinde dur, çak kendini, sür bakalım gözlerini görebildiğin sınırlara kadar… Dörtnala. Duvarlar muhafızlardır. Gözlerinin perdeleri. Gaybın gizli sahneleri. Çok fazla gidemezsin. Dön geri.
Mekanın ruhunu düşün bir de.. Mekana üflenmiş kısacık bir zamandır insan. Bilmez ki kaç nefeslik…
Bir amacı var bu mekanın ve zamanın. Ciddi bir sebep için burada, bu yer ve gökler. Vazifeliler. Senin başında bekliyor mekân. Senin yanında durarak, elleri boş akıyor zaman.
Varlığına bak ! Şeklin çok güzel. Donanımlar donanımlısı. Doğuştan kariyerlisin. İradeli bir şeysin. Mekana üflenmiş kısacık bir zamansın. Kaç nefesliksin, sen de bilmiyorsun. Acele etmelisin bu yüzden amacını bulup sakinleşmekte. Güzel bir kelimesin bu uzun, bu esas destanda. Unutma, adın insan. Kısaca. Her kelime asıl harekesini arıyor. Hakiki harekesini bulmuş bir sakinliktir amacına ermek. Anlamlı kılar nefes sayını. Bereketlendirir ömrünü.
Lakin her şey istediğin gibi olmadığı bir dünyadan, her şeyin istediği gibi olmasını istediğin bir dünya çıkarmaya çalışıyorsun. Zor bir şeye kalkışmış olduğunu anlıyorsun gitgide. Bu yüzden çok zaman gözlerin uçurumlara düşüyor. Yanakların hiç kurak kalmıyor. Düşüncen dolu dizgin. Dilin zikir ıslağı. Çok güçlü bir acizsin.
Şeriatını yaşarken kul, âşık olunca kül oluverirsin…
Karşılıksız kullan aklını. Karşılıksız uzat kalbini. Cebini dikme. Bırak sökülsün artakalanın başkalarının eksiğine gediğine. Sayma. Hesap tutma. Bekleme. Verdiğini unut. Vermedikçe uyuma.
Bilgini ver. Düşünü, düşünceni, projeni ver. Mevkini ver. Malını, mülkünü ver. Emanetini tutma başında, gönlünde, elinde, hayatında.
Borçlandır Gani olanı!
Sana…
İyiler olmasa,Yaratan kime borçlanacak?…”
alıntı
Selam
“"Allah’ın selamını yayın" diyen peygamberin, kulaklık yüzünden verilen selamı duymayan ümmeti olduk.”
Kalbin secdesi
Kalbin secdesi, âzaların secdesi gibi değildir. İnsanın âzaları, yüzü ve elleri secdeye gider. Burası açık. Fakat âzalar secdeye gittiği gibi secdeden gelir de. Yani insan ne kadar secdeye kapanıyorsa, o kadar da secdeden kalkar. Kalkamayacak olduğunu bilen kaç kişi secdeye gider?
Azalar kalkabildikleri sürece secdeye kapanırlar. Kalp ise kalkmamak üzre ve kalkmamak niyetiyle secde eder. Bir kere secdeye kapanmaya görsün, bir daha kalkmaz, kalkmayı istemez, beceremez de zaten.
Ey talib, asıl marifet kalbin secdesidir, âzaların secdesinden maksad da kalbi secdeye davettir.
Sen bak bakalım, kalbin hiç secde ediyor mu?
Nedir secde, diye soruyorsun.
Bir kere daha söyleyeyim: Secde hiç olmaktır, hiçleşmektir.
Hiçleşmek ise, asla bir daha kalkamayacağın bir biçimde yüz sürmektir toprağa!
Sen bu secdenin izini, alınlarda değil, kalplerde ara!
Eğer bir kalpte bu türden bir secdenin izini buluyorsan, hiç tereddüt etme, yüz süreceğin toprağı bulmuşsun demektir.
O haldeyken bırak kalbin o kalbe secde etsin!
Dücane Cündioğlu
Dücane Cündioğlu
Padişahın İşi Ne ?
Sultan Murat Han o gün bir hoştur. Telaşlı görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil. Vezir-i a’zam Siyavuş paşa sorar:
- Hayrola sultanım canınızı sıkan bir şey mi var?
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
- Akşam garip bir rüya gördüm.
- Hayırdır inşallah.
- Hayır mı şer mi öğreneceğiz. Hazırlan dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Hızlı ve kararlı adımlarla Beyazıt’a çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrekten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar. Ahali ile aralarında şöyle konuşma geçer:
- Kimdir bu?
- Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!
- Nereden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
- Kimdir bu?
- Aman hocam hiç bulaşma, ayyaşın biri işte!
- Nereden biliyorsunuz?
- Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine hem de nerede namlı, mimli kadın varsa takar peşine.
Hele yaşlının biri çok öfkelidir; isterseniz komşulara sorun, der, sorun bakalım onu cemaatte bir gören olmuş mu?
Hasılı mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdil-i kıyafet mollalar kalırlar ortada. Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah sorar:
- Nereye?
- Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek.
- Nereye?
- Bilmem bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlasak gerek.
- İyi ya, saraydan bir kaç hoca yollar kurtuluruz vebalden.
- Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naşı kaldırmalıyız en azından.
- Yapmayın sultanım, bunun yıkanması var. Tekfini, telkini…
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama…
- Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya‘dan Süleymaniye’den, en azından Fatih camiinden.
- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.
- Olmaz rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
- Mollalığa devam. Naşı kaldırmalıyız en azından.
- Yapmayın sultanım, bunun yıkanması var. Tekfini, telkini…
- Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
- Şurada bir mahalle mescidi var ama…
- Olmaz vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
- Ne bileyim, Ayasofya‘dan Süleymaniye’den, en azından Fatih camiinden.
- Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camiini iyi dedin. Hadi yüklenelim.
Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur aydınlanır alnında. Yüzü şakilere benzemez.
Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar musalla taşına koyarlar. Ama namaz vaktine hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
- Sultanım der, yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı, yetimleri vardır.
- Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
- Sultanım der, yanlış yapıyoruz galiba! Heyecana kapıldık sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı, yetimleri vardır.
- Doğru öyle ya, neyse, sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Sorar soruşturur, nalıncının evini bulur. Kapıyı yaşlı bir kadın aralar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir. Hakkını helal et evladım der. Belli ki çok yorulmuşsun. Sonra eşiğe çöküp ellerini şakaklarına dayar. Biliyor musun oğlum diye dertli dertli söylenir! Bizim efendi bir âlemdi vesselam. Akşamlara kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya.
Sonra malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı diye sorar, onlar da aldın derlerdi. Öyleyse şimdi dinleseniz gerek dedikten sonra çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal, Huccetül İslam okurdum ..
- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki.
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, bak efendi dedim, sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
- Doğru öyle ya!
- Kimseye zahmetim olmasın, diye mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?
- Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki derdi, tekbir alırken Kâbe’yi görmeli.
- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
- İşte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya. Hatta bir gün, bak efendi dedim, sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
- Doğru öyle ya!
- Kimseye zahmetim olmasın, diye mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
- Peki o ne dedi?
- Önce uzun uzun güldü, sonra Allah büyüktür hatun dedi. Hem padişahın işi ne?
Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, halk onları bilmez. Hoş bazen kendileri de makamlarının farkında değillerdir. Hulus-u kalb ile boyun büker ümmet-i Muhammede, halifeyi müslimine dua ederler. Samimi niyazları ile zırh olurlar sultana. Bir seher vakti göz yaşı ile yapılan dua, binlerce topun yapamadığını yapar. Kralları yıkar, kaleleri paralar.
İşte nalıncı baba o adsız şânsız Allah dostlarından biridir. Asıl adı Muhammed Mimi Efendidir. Bergamalıdır. 1592 yılında vefat etti. Cenaze hizmetlerini bizzat padişah gördü. Ve mübareği evinin bahçesine defnetti. Kabri üzerine bir kubbe, içine bir çeşme koydurdu. Dahası bir tekke ile yaşattı adını. Türbesi Unkapanında, Cibali tütün fabrikasının arkasında, Harabzade Camii karşısındadır.
Belki
“Belkide şuan çok sıkılıyorsun.
Anlamsız bir şekilde ekrana bakıyor, seni oyalayacak şeyler arıyorsun.
Olmuyor ama değil mi,
Bir türlü iç huzuru yakalayamıyorsun.
Ne yapacaginida bilmiyorsun
Gec sessiz bir odaya
iki rekat Namaz kil
“Allah’ım ben geldim” diyerek
Sanki sarılırcasına Secde et
Ama samimi ama husu icinde
Lezzetine doyum olmaz”
Anlamsız bir şekilde ekrana bakıyor, seni oyalayacak şeyler arıyorsun.
Olmuyor ama değil mi,
Bir türlü iç huzuru yakalayamıyorsun.
Ne yapacaginida bilmiyorsun
Gec sessiz bir odaya
iki rekat Namaz kil
“Allah’ım ben geldim” diyerek
Sanki sarılırcasına Secde et
Ama samimi ama husu icinde
Lezzetine doyum olmaz”
Hayat
Mahcubiyet
“Bir günahın ardından gelen mahcubiyet, bir sevabın ardından gelen gururdan hayırlıdır..”
— Senai Demirci
— Senai Demirci
Malesef öyle :(
Bu günün dünyası kıvırıp, kalça sallayıp, göbek attıkça en güzel pozisyona erdiğini zannedenlerin beylik tasladığı bir dünyadır.”
— | İsmet ÖZEL
— | İsmet ÖZEL
İnsanlar
İnsanlar; ölülerin gözlerini kapatıyor ama, Ölüler İnsanların gözlerini bir türlü Açamıyor !!...... vesselam
Gaflet
“Iphone 5’in özelliklerini görünce ağzı açık kalıp, papatyadaki sanata şaşırmamanın adına “GAFLET” diyoruz.”
İnsan
"Dünya avlusuna, dert avlusuna ‘terkedilmiş’ bir masumsun… Terkedilmeyişinin ispatı ayetler, bir anlamda ‘yanındayım’ der Rabbin sana. ‘Darılmadım, darılmam in/sana…’(Duha)
O halde sıkıntılar diyarına hoşgeldin yabancı! Hoşgeldin aslen cennetli olan, hoşgeldin! İyi bil ki arabesk de olsa acı ve keder yerlisidir bu dünyanın…
Susayan, midesi kazınan, ikide bir acıkan, gezip tozmayı, görüp şaşırmayı, “harikaydı!” demeyi, gülüp eğlenmeyi, çok kazanmayı, harcamayı, keyif çatmayı, boş boş zaman geçirmeyi, seyretmeyi, uzanmayı, dinlenmeyi, uyumayı seven bir yapın var. Fakat bütün bunları elde etmek için çalışıp didinmen, emek vermen, yorulman, erkenden kalkman, hazırlanman, bir işe tutunman, gelip gitmen, dişini tırnağına takman, bazen acıktığında yemek yemeye zamanın olmayacak kadar yoğun bir çalışma hayatına atılman, öyle ya, “çok kazanman”, “yatırım yapman” filan gerekiyor. Dünya tam da senin dediğin gibi; telaşe yeridir artık. Üstelik “ateş almaya” gelmişken… Yo yo savaş gibidir yaşamak o vakit. “Ekmek aslanın ağzında”dır. Gerçekten de bu yanıyla tam bir baş belasıdır yaşamak.
Bu derdin içinden nasıl çıkabilirsin? Şu sarp yokuşa ne dersin? Yokuşa tırmandıkça aşağıda kalabilir dertlerin…
Belki yokuşun ardı cennettir. Dertlerin bittiği yer… Barış içinde adaletli bir dünya hayatı…
Hadi korkma çık! Açken gönlün, başka gönüllerle bir açlığınızı konuş-un, nasıl, hangi zikirle, neyi hatırlamakla, kimin hatrını saymakla doyacağınızı konuşun gönüllerinizin.
Hadi gayret! Gücün var senin bu yokuşa! Git ve sahip çık sahipsiz, arkasız kalmışa, yetime, yoksula… Senin varlığın onların da varlığı anlamına gelsin. Harçlık ver, kazanmanın yollarını göster, doğrult belini insanların. Duman tellendirsin her evin ocağı keyif keyif. Görüntüsü ya da kokusu değil kendisi gitsin evlerine güzel yiyeceklerin… Bir türkü tutturacak kadar olsun herkesin akşamı öyle ya…
Merhamet edin zahmetin, zorluğun içinde kıvranan insana. Merhamet edin birbirinize. Sırtını sıvazla üzülüp sıkılanın. Eksiğini gideriver. Koluna gir. Elinden tut zorlananın. Düştüğü çıkmazdan çıkmasını sağla. Yol göster. Yordam öğret. Maddi destek ver. Teselli ediver.
O halde sıkıntılar diyarına hoşgeldin yabancı! Hoşgeldin aslen cennetli olan, hoşgeldin! İyi bil ki arabesk de olsa acı ve keder yerlisidir bu dünyanın…
Susayan, midesi kazınan, ikide bir acıkan, gezip tozmayı, görüp şaşırmayı, “harikaydı!” demeyi, gülüp eğlenmeyi, çok kazanmayı, harcamayı, keyif çatmayı, boş boş zaman geçirmeyi, seyretmeyi, uzanmayı, dinlenmeyi, uyumayı seven bir yapın var. Fakat bütün bunları elde etmek için çalışıp didinmen, emek vermen, yorulman, erkenden kalkman, hazırlanman, bir işe tutunman, gelip gitmen, dişini tırnağına takman, bazen acıktığında yemek yemeye zamanın olmayacak kadar yoğun bir çalışma hayatına atılman, öyle ya, “çok kazanman”, “yatırım yapman” filan gerekiyor. Dünya tam da senin dediğin gibi; telaşe yeridir artık. Üstelik “ateş almaya” gelmişken… Yo yo savaş gibidir yaşamak o vakit. “Ekmek aslanın ağzında”dır. Gerçekten de bu yanıyla tam bir baş belasıdır yaşamak.
Bu derdin içinden nasıl çıkabilirsin? Şu sarp yokuşa ne dersin? Yokuşa tırmandıkça aşağıda kalabilir dertlerin…
Belki yokuşun ardı cennettir. Dertlerin bittiği yer… Barış içinde adaletli bir dünya hayatı…
Hadi korkma çık! Açken gönlün, başka gönüllerle bir açlığınızı konuş-un, nasıl, hangi zikirle, neyi hatırlamakla, kimin hatrını saymakla doyacağınızı konuşun gönüllerinizin.
Hadi gayret! Gücün var senin bu yokuşa! Git ve sahip çık sahipsiz, arkasız kalmışa, yetime, yoksula… Senin varlığın onların da varlığı anlamına gelsin. Harçlık ver, kazanmanın yollarını göster, doğrult belini insanların. Duman tellendirsin her evin ocağı keyif keyif. Görüntüsü ya da kokusu değil kendisi gitsin evlerine güzel yiyeceklerin… Bir türkü tutturacak kadar olsun herkesin akşamı öyle ya…
Merhamet edin zahmetin, zorluğun içinde kıvranan insana. Merhamet edin birbirinize. Sırtını sıvazla üzülüp sıkılanın. Eksiğini gideriver. Koluna gir. Elinden tut zorlananın. Düştüğü çıkmazdan çıkmasını sağla. Yol göster. Yordam öğret. Maddi destek ver. Teselli ediver.
Dertliler soyudur insan soyu. Dertlisiniz hepiniz. Hepiniz muzdarip. Hepiniz yorgun…
Merhamet etsin insana, merhametli insan…
Sabret desin, sabırlı insan, yokuş yorgunu dostlarına…”Ayşe Şener
Merhamet etsin insana, merhametli insan…
Sabret desin, sabırlı insan, yokuş yorgunu dostlarına…”Ayşe Şener
Eşitlik
“Toprağın bir karış altinda hiçbir dünya otoritesinin temin edemeyeceği eşitlik var.”
Evet orada herkes eşit, kimisi orada yine başkan, milletvekili veya memur değil orada herkes sadece "Kul" Alllah'ın yarattığı ve artık kıyameti bekleyen son durağın müdavimleri....
Evet orada herkes eşit, kimisi orada yine başkan, milletvekili veya memur değil orada herkes sadece "Kul" Alllah'ın yarattığı ve artık kıyameti bekleyen son durağın müdavimleri....
Rahmet
Yüz çevir....
Kıpırtısız bir boşluğa koyarsın alnını günde beş vakit.Secdenin alnını nereye değdirdiğinden habersizsin. Gösterişsiz bir yöne dönersin yüzünü;
ışıktan yolları yoktur şehrin kıblesinin.
Kıblenin yüreğini nereye götürdüğünü bilmiyorsun. Suskun bir duvarın dibinde oturur gibisin her tahiyyatta… Selâmının kimleri neşelendirdiğini tahmin edemiyorsun,
aldığın selâmların sıcağını hissedemiyorsun.
Adını bilmediğin bir deniz kıyısında yürür gibisin. Yüzünü görüyorsun sadece mavinin; derindeki incilerin pırıltısına dokunamıyorsun. Terazinin bu kefesindesin; varlığını inceltirken rükûlarda, karşı kefede neyi biriktirdiğini bilmiyorsun.
Şimdilik hece hece tutunduğun duanın gölgesinin haber verdiği ışıktan nasibin
pek az. Dudaklarını ıslatan abdest suyunun her bir damlasının dudaklarını hangi billur pınarlara değdirdiğini fark etmiyorsun. Hüznünün kuytularından taşırdığın fısıltılarını dök seccadene… Aynalarda aradığın avuntuları sök bakışının perçemlerinden..
Bulduğunu yitir bir tekbirin yankısında… De ki “ben buraya razı değilim!”
Yitiğini bul elini elin üzerine koymana fırsat veren vuslatın arefesinde..
De ki “ben sonsuzluğa adayım!”
Varı yok et secdenin yüzünde; benliğini sıfırın altına çek, varlığını sonsuzluğun başına taşı. Yoğu var et niyetin fısıltısında; ettiklerinin değil niyet ettiklerinin seni kurtardığını anla.. Diriyi öldür rükûların darağacında; teninden geç, bedenini yık dağ gibi.. Ölüyü dirilt dualarının burcunda; çağır günahın peltesinde dilsiz ettiğin ruhunu..
Umutlarını namazların ipeğine tane tane dizdiğini bil de sevin dostum.
Namazın uçuruma atılmış en güzel gülündür senin.
Namaz gülünün bin bahar olup içinde yankılandığını bil de sevin.
Bir namazı kaçırmış olmanın o hüznü yok mu?
Hiç olmazsa onu al yedeğine?
Sana müşfik bir vaize olsun…
Pişmanlık değil midir bizi en çok büyüten?
Yüzü yerde pişmanlıklarının kalbine attığı sızıları kaybetme lütfen..
Bu bize lazım.. Hep lazım..
İncelmiş duygularımızın izinde yürüyelim hep…
İçimizdeki hüzün yol göstersin bize.
Kırık kalbimiz, bükük boynumuz Rabbimizin rahmet dergâhına bitiştirsin
secdemizi. Göz yaşlarımız rahmetin kucağına akıtsın yakarışlarımızı.
“Din sadeliktir” der peygamberimiz (asm)…
Bu zamanda beş vakit namazı bir kenara koyup, aradaki vakitleri de namaz beklentisi içinde yaşaman yeter… Tesbihatını yapabildiğin kadar yap; “subhanallah”ı, “elhamdulillah”ı, “allahuekber”i dilinden kalbine indirmeye çalış.
Sakın telaşlanıp kendini altından kalkılmaz dil kalabalıklarına, binlerce binlerce ezbere mahkûm etme daha baştan… Önce durul, namazın sükûnetini dinle…
Çevreni temizle. Namaza kalktığın zaman, yeryüzünün bütün gürültülerini sustur, işleri durdur, yollardan ayrıl, kenara çekil.
Ruhunun yanına park et, kalbinin ahengsiz çırpınışlarına mola ver.
Kapat kapıları; başkalarını alma içeri; dudaklarını kapat yalana, boş söze…
Lüzumsuzlukları terk et, silkele üzerindeki şehrin görünmez tozlarını,
cebinden boşalt sahte paraları, elini göğsüne sokup alıp verdiğin
nefesi, kâinatın o en eşsiz, en görkemli ahengini farket.
Yüzünü fenaya çevirmekten, ümitsizliğin karanlıklarında tüketmekten, gözlerini
harama bakmanın kirinden, dilini yalanı/yanlışı dillendirmekten,
dudaklarını boş sözlerin tozundan yıka, temizle. Ellerini şerre alet olmaktan yıka. Başını şu fani dünyada Rabbinin aziz bir misafiri olma
şerefiyle meshet. Topuklarla birlikte ayaklarını da dünyadan yıka; seni
yükselteceğini sandığın şeyleri ayaklarının altından çek.
Namazın eşiğinde doğrul yeniden.
Orada En Sevgili’nin en çok sevdiği halde olduğunu hatırla.
Orada En Sevgili’nin en çok sevildiği hale büründüğünü bil.
Kâinatın sahibinden, kalbini kudret elinde evirip çeviren Rabbinin en sıcak, en taze aferinini alıyorsun şimdi. Duyuyor musun?
Bedenini pak eyle…
Bedenini, elbiseni, namaza durduğun yeri temizle.
Güzel bir kokuyu koklar gibi bedeninden sıyrıl, teninden ruhuna taşın.
Mevki ve makamını yansıtan her türlü elbiseyi çıkar üzerinden.
Irkınla övünmeyi bırak, kavminden ayrıl, ülkeni terket, varsa, müdürlükten istifa et. Sadece seccadenin yöneldiği yere yönel; bulunduğun yerin
ihtişamından sıyrıl. Sadece yüzünün döndüğü yerde ara itibarını, kalbini Kâbe’nin eteğine bırak. Kıbleyi bulduğunda, başka türlü endişelerden yüz çevir.
Her yanını saran kaygıları, korkuları, hüzünleri, abdest suyunun alıp götürmesine izin ver. Dağılan gönlünü geri topla, uçurduğun huzuru geri çağır.
Gamı sil göğsünden, dünyalıkları yıka elinden, benliğini düşür yakandan.
Öylece temizlen….
Ayıplarını kapat..
Her mescide gelişinde “güzel elbiselerini giyerek gel” (el-A’ râf, 7/31)
Ne kadar örtünürsen örtün, kendini Rabbinden gizleyemezsin.
O bilir içinin içindekini. O bilir niyetini.
O bilir kendine sakladığını ve kendinden sakladığını.
Başkalarına görünür olmak için kılma namazını.
Başkalarının gözlerinden kaç.
Başkalarının takdirinden uzaklaş.
Niyetinin vadisine koy kalbini.
Rabbe yöneldiğin köşe, kendini başkalarından gizlediğin yerdir.
Rabbine yüzünü çevirdiğin seccade, kendi kendine kaldığın demdir.
Nedir avret, ne demek avret yerini örtmek?
Göründüğün gibi olamadığın kadar ayıpların var,
göründüğünden geri kalan her oluş avret yerindir senin.
Şimdi herkesin takdirinden uzak, tüm vitrinlerin parıltısına küs,
her türlü gösterinin uzağında, seccadenin kuytusunda iken,
kendi kendine sarılmışken, elini elinin üstüne koyup kendini kuşatmışken,
yüzünü fanilerden dönüp sonsuza çevirmişken,
diz çöküp benliğini büyüklemekten vazgeçmişken,
eğilip doğru olmaya azmetmişken,
secdede varlığını sıfırlayıp kendini aşmışken,
avret
yerlerini ört; yani, kendine sakladığın, kendinden sakladığın
eksiklerini, ayıplarını, kusurlarını, herkesten gizlediğin hallerini
yok et, ört.
Herkesin huzurunda hesap verecek, kimseden utanmayacak bir hâl elbisesine bürün..
İki yakanı bir araya getir; olduğun hali göründüğün hale yanaştır.
Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle.
Dikiş tutmuyorsa şayet, söylenmeyi bırak, sus, kalbinden geçmeyeni diline değdirme…
Kalbini kıbleye bırak…
Kalbini çokluğun perçemlerinden kurtar…
Seni dünyaya doğru çekiştiren cezbeleri düşür yakandan.
Seni yokluğun kuyusuna çeken kaygılardan uzaklaş.
Seni uzaklara savuran rüzgârları sustur.
Ruhunu ayrılıkların uçurumuna sürükleyen hüzünleri sil.
Dünün hüzünlerinden yüz çevir. Senai Demirci
ışıktan yolları yoktur şehrin kıblesinin.
Kıblenin yüreğini nereye götürdüğünü bilmiyorsun. Suskun bir duvarın dibinde oturur gibisin her tahiyyatta… Selâmının kimleri neşelendirdiğini tahmin edemiyorsun,
aldığın selâmların sıcağını hissedemiyorsun.
Adını bilmediğin bir deniz kıyısında yürür gibisin. Yüzünü görüyorsun sadece mavinin; derindeki incilerin pırıltısına dokunamıyorsun. Terazinin bu kefesindesin; varlığını inceltirken rükûlarda, karşı kefede neyi biriktirdiğini bilmiyorsun.
Şimdilik hece hece tutunduğun duanın gölgesinin haber verdiği ışıktan nasibin
pek az. Dudaklarını ıslatan abdest suyunun her bir damlasının dudaklarını hangi billur pınarlara değdirdiğini fark etmiyorsun. Hüznünün kuytularından taşırdığın fısıltılarını dök seccadene… Aynalarda aradığın avuntuları sök bakışının perçemlerinden..
Bulduğunu yitir bir tekbirin yankısında… De ki “ben buraya razı değilim!”
Yitiğini bul elini elin üzerine koymana fırsat veren vuslatın arefesinde..
De ki “ben sonsuzluğa adayım!”
Varı yok et secdenin yüzünde; benliğini sıfırın altına çek, varlığını sonsuzluğun başına taşı. Yoğu var et niyetin fısıltısında; ettiklerinin değil niyet ettiklerinin seni kurtardığını anla.. Diriyi öldür rükûların darağacında; teninden geç, bedenini yık dağ gibi.. Ölüyü dirilt dualarının burcunda; çağır günahın peltesinde dilsiz ettiğin ruhunu..
Umutlarını namazların ipeğine tane tane dizdiğini bil de sevin dostum.
Namazın uçuruma atılmış en güzel gülündür senin.
Namaz gülünün bin bahar olup içinde yankılandığını bil de sevin.
Bir namazı kaçırmış olmanın o hüznü yok mu?
Hiç olmazsa onu al yedeğine?
Sana müşfik bir vaize olsun…
Pişmanlık değil midir bizi en çok büyüten?
Yüzü yerde pişmanlıklarının kalbine attığı sızıları kaybetme lütfen..
Bu bize lazım.. Hep lazım..
İncelmiş duygularımızın izinde yürüyelim hep…
İçimizdeki hüzün yol göstersin bize.
Kırık kalbimiz, bükük boynumuz Rabbimizin rahmet dergâhına bitiştirsin
secdemizi. Göz yaşlarımız rahmetin kucağına akıtsın yakarışlarımızı.
“Din sadeliktir” der peygamberimiz (asm)…
Bu zamanda beş vakit namazı bir kenara koyup, aradaki vakitleri de namaz beklentisi içinde yaşaman yeter… Tesbihatını yapabildiğin kadar yap; “subhanallah”ı, “elhamdulillah”ı, “allahuekber”i dilinden kalbine indirmeye çalış.
Sakın telaşlanıp kendini altından kalkılmaz dil kalabalıklarına, binlerce binlerce ezbere mahkûm etme daha baştan… Önce durul, namazın sükûnetini dinle…
Çevreni temizle. Namaza kalktığın zaman, yeryüzünün bütün gürültülerini sustur, işleri durdur, yollardan ayrıl, kenara çekil.
Ruhunun yanına park et, kalbinin ahengsiz çırpınışlarına mola ver.
Kapat kapıları; başkalarını alma içeri; dudaklarını kapat yalana, boş söze…
Lüzumsuzlukları terk et, silkele üzerindeki şehrin görünmez tozlarını,
cebinden boşalt sahte paraları, elini göğsüne sokup alıp verdiğin
nefesi, kâinatın o en eşsiz, en görkemli ahengini farket.
Yüzünü fenaya çevirmekten, ümitsizliğin karanlıklarında tüketmekten, gözlerini
harama bakmanın kirinden, dilini yalanı/yanlışı dillendirmekten,
dudaklarını boş sözlerin tozundan yıka, temizle. Ellerini şerre alet olmaktan yıka. Başını şu fani dünyada Rabbinin aziz bir misafiri olma
şerefiyle meshet. Topuklarla birlikte ayaklarını da dünyadan yıka; seni
yükselteceğini sandığın şeyleri ayaklarının altından çek.
Namazın eşiğinde doğrul yeniden.
Orada En Sevgili’nin en çok sevdiği halde olduğunu hatırla.
Orada En Sevgili’nin en çok sevildiği hale büründüğünü bil.
Kâinatın sahibinden, kalbini kudret elinde evirip çeviren Rabbinin en sıcak, en taze aferinini alıyorsun şimdi. Duyuyor musun?
Bedenini pak eyle…
Bedenini, elbiseni, namaza durduğun yeri temizle.
Güzel bir kokuyu koklar gibi bedeninden sıyrıl, teninden ruhuna taşın.
Mevki ve makamını yansıtan her türlü elbiseyi çıkar üzerinden.
Irkınla övünmeyi bırak, kavminden ayrıl, ülkeni terket, varsa, müdürlükten istifa et. Sadece seccadenin yöneldiği yere yönel; bulunduğun yerin
ihtişamından sıyrıl. Sadece yüzünün döndüğü yerde ara itibarını, kalbini Kâbe’nin eteğine bırak. Kıbleyi bulduğunda, başka türlü endişelerden yüz çevir.
Her yanını saran kaygıları, korkuları, hüzünleri, abdest suyunun alıp götürmesine izin ver. Dağılan gönlünü geri topla, uçurduğun huzuru geri çağır.
Gamı sil göğsünden, dünyalıkları yıka elinden, benliğini düşür yakandan.
Öylece temizlen….
Ayıplarını kapat..
Her mescide gelişinde “güzel elbiselerini giyerek gel” (el-A’ râf, 7/31)
Ne kadar örtünürsen örtün, kendini Rabbinden gizleyemezsin.
O bilir içinin içindekini. O bilir niyetini.
O bilir kendine sakladığını ve kendinden sakladığını.
Başkalarına görünür olmak için kılma namazını.
Başkalarının gözlerinden kaç.
Başkalarının takdirinden uzaklaş.
Niyetinin vadisine koy kalbini.
Rabbe yöneldiğin köşe, kendini başkalarından gizlediğin yerdir.
Rabbine yüzünü çevirdiğin seccade, kendi kendine kaldığın demdir.
Nedir avret, ne demek avret yerini örtmek?
Göründüğün gibi olamadığın kadar ayıpların var,
göründüğünden geri kalan her oluş avret yerindir senin.
Şimdi herkesin takdirinden uzak, tüm vitrinlerin parıltısına küs,
her türlü gösterinin uzağında, seccadenin kuytusunda iken,
kendi kendine sarılmışken, elini elinin üstüne koyup kendini kuşatmışken,
yüzünü fanilerden dönüp sonsuza çevirmişken,
diz çöküp benliğini büyüklemekten vazgeçmişken,
eğilip doğru olmaya azmetmişken,
secdede varlığını sıfırlayıp kendini aşmışken,
avret
yerlerini ört; yani, kendine sakladığın, kendinden sakladığın
eksiklerini, ayıplarını, kusurlarını, herkesten gizlediğin hallerini
yok et, ört.
Herkesin huzurunda hesap verecek, kimseden utanmayacak bir hâl elbisesine bürün..
İki yakanı bir araya getir; olduğun hali göründüğün hale yanaştır.
Söküklerini dik sözlerinin, dilini kalbine yanaştır; dilinle söylediğini kalbinle de söyle.
Dikiş tutmuyorsa şayet, söylenmeyi bırak, sus, kalbinden geçmeyeni diline değdirme…
Kalbini kıbleye bırak…
Kalbini çokluğun perçemlerinden kurtar…
Seni dünyaya doğru çekiştiren cezbeleri düşür yakandan.
Seni yokluğun kuyusuna çeken kaygılardan uzaklaş.
Seni uzaklara savuran rüzgârları sustur.
Ruhunu ayrılıkların uçurumuna sürükleyen hüzünleri sil.
Dünün hüzünlerinden yüz çevir. Senai Demirci
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)